Binlerce insanımızı geride, kurtarabildiğimiz bir avuç insanı kaderlerine bırakarak ve bir ömür taşınacak yükü yanımıza alarak ayrıldık Maraş’tan. Oysaki maharet, kimseyi ardında bırakmamaktı…
6 Şubat 2023 sabahı 04.30’da telefonum çaldı. Gece nöbette olan bir meslektaşım, Kahramanmaraş merkezli büyük bir deprem olduğu ancak bölgeden daha ayrıntılı bilgi alamadığı bilgisini paylaştı. Felaket haberlerine verdiğimiz rutin tepki gereği bir taraftan televizyonu açıp ne olup bittiğini anlamaya diğer taraftan telefon ile deprem bölgesi ve çevre illerden bilgi almaya çalıştım. Tabii ki ilk anda ne bölgeyle iletişim kurulabiliyordu ne de ulusal televizyon kanalları ne olup bittiğinin farkındaydı. Yaklaşık 40 dakika kadar sonra ilk veriler gelmeye başladı, depremin büyüklüğü, şiddeti, lokalizasyonu ve olası etkileri… Kısa süre sonra Türkiye Cumhuriyeti uluslararası yardım çağrısını ilan etti. Ülke dış ülkelerden yardım talep etmişti. Müdahale planlarında görevimiz olsun olmasın gönüllü olarak bölgeye gitmek gerekliliği açıktı. Depremin ilk saatleri dolarken bölgeye gitmeye karar verdim.
Yirmi dört yıldır bugüne hazırlanmıştık biz. 17 Ağustos 1999’dan beri tüm eksiklerimizi çalışmıştık. Arama kurtarma, medikal kurtarma, hastane afet planları dahil tüm kurumların afet planları her şeye ama her şeye hazırdık. Çalıştığım kurum ve bağlantılı olduğum sivil toplum kuruluşları ile temasa geçerek hızla deprem bölgesine gidiş ve görev dağılımı için koordinasyona başladık. Sağlık Bakanlığında görevli üst düzey bir bürokratı arayarak benim de içinde olduğum bu organizasyon için bakanlıktan görevlendirme ve üst koordinasyon talep ettim. İlk aldığım cevap “Şu anda bu organizasyonu yapabilmemize imkan yok, İl Sağlık Müdürlüğü’ne başvurun” oldu. İçerik değilse bile ses tonu endişe vericiydi. Havadan deprem bölgesine nakil, gerek havaalanlarının ulaşıma kapalı olması gerekse hava koşulları son derece sert olduğu için mümkün değildi. Zar zor depremin 4-5. Saatlerinde kara yoluyla deprem bölgesine hareket ettik. Ülke çapında ulaşım aksıyordu. Deprem bölgesine arama ve medikal kurtarma ekiplerinin ve ekipmanlarının nakli zor koşullarda ve gecikmeli olarak gerçekleşiyordu. On dört saat süren bir yolculuktan ve neredeyse depremin üzerinden 20 saat geçtikten sonra deprem bölgesine ulaşabildim.
Aklımda kalan ilk duygunun “hayal kırıklığı” olduğunu söyleyebilirim. Ben ülkenin en büyük ve donanımlı UMKE ekiplerinden biriyle gelmiştim ama Kahramanmaraş Afet Koordinasyon Merkezinde bizi kimse beklemiyordu. Dahası, burada görevli olacağımızdan ve görevimizin ne olduğundan da kimsenin haberi yoktu. Sahra hastanesi kuracak donanımımız vardı ama ne kurulacak yer belliydi ne de iznimiz vardı. Her alanda koordinasyon ve iletişim eksikliği ağır bir sis gibi deprem bölgesinin üzerine çökmüştü. Maalesef yine birkaç saatlik bekleme ve gecikmenin ardından inisiyatif alarak ilin en büyük hastanesine gitmeye karar verdik ve bağlı bulunduğum ekip ile buraya intikal ederek 24 saati aşkındır durmaksızın çalışan yerel ekipleri dinlendirerek acil serviste çalışmaya başladık.
Devraldığımız manzarayı korkunç olarak niteleyebilirim. Kahramanmaraş ilinde sadece kadın doğum hastanesi ameliyathanesinin çalıştığını, üniversite ve şehir hastanelerinin tamamen boşaltılmak zorunda kalındığını, burada ameliyat yapılamadığını ve neredeyse tüm hastaların sevk edildiğini öğrendim. Hayal kırıklığı artarak devam ediyordu. Üzerinde 20 yıldır çalışılan Hastane Afet Planları, hastane ayakta kalmadığı için devre dışı kalmıştı. Üzerinden 36 saat geçmesine rağmen arama kurtarma yeterli düzeyde değildi. Bilgi ve iletişim sistemleri çalışmıyor, hasta ve ölülerimizi kimliklendiremiyorduk. 72 saat kendisine yeter malzeme ve ilaç stoku olması gereken hastanelerde 24 saatte tüm malzeme tüketilmişti. Dahası hastanelerde yerelden neredeyse kimse kalmamıştı ve gönüllü ekiplerde tükenmeye başlamıştı.
Artan hayal kırıklığının giderek yerini çaresizlik ve öfkeye bırakmaya başladığı 48. saatin ardından bir grup arkadaşımız ile başımızın çaresine bakmamız gerektiğini konuştuk. Manisa’dan gelen bir Kulak Burun Boğaz Uzmanı arkadaşımız, cerrahi hava yolu açılması gereken bir hasta olduğunu ama malzeme bulamadığını iletti. Kateter, damar içi sıvı, ısıtıcı ihtiyacımız vardı. Ayrıca radyoloji çok kısıtlı kullanılabiliyordu. Acil serviste hastaların hızlı değerlendirilebilmesi için ultrasonografi gerekiyordu. Sonuç olarak büyük bir hastanedeydik ve bir yerlerinde işe yarar malzeme ve ilaç bulunmalıydı. Küçük bir ekip ile boşaltılmış olan hastanede bu malzemelerin bulunabileceği ameliyathane ve yoğun bakımlara bakmaya karar verdik.
Hastane karanlıktı, özellikle gün ışığının olmadığı depo, ameliyathane ve yoğun bakımlarda telefon ışıkları ile malzeme arayışımız sürdü. Terkedilmiş yoğun bakım ve ameliyathanelerde ortam bilim kurgu filmi sahnesini andırıyordu. Yukarıdan sarkan kablolar, duvarların içinden sızan sular, açık bırakılmış ventilatör ve monitör sesleri düzenli aralıklarla olan artçı sarsıntılar ile birleşiyor ve odadan odaya sanki bir alacakaranlık kuşağında seyahat ediyorduk. Bir yoğun bakım odası girişinde yerde ceset torbaları ve çarşaflara sarılmış 5-6 cenazenin yanından geçerek yoğun bakıma girdik. Burada acil serviste kullanabileceğimiz birçok malzeme vardı. Açılıp kapanması çok uzun sürse de çalışan bir ultrason bulduk, ısıtıcı, cerrahi malzemeler, portale monitörlerler gibi işe yarar malzemeler bulduğumuz için biraz olsun rahatlamıştık. Bu sırada doktor arkadaşlarımdan birisi bana seslenerek görmemi istediği bir şey olduğunu söyledi. Sesin geldiği yöne doğru ışığımı tutarak yürüdüm. Arkadaşıma yaklaşınca yüzündeki ifadeden kötü bir şey olduğunu anlamıştım. Yoğun bakımın girişinde bulunan cenazeler aklıma geldi. Olası deprem sırasında kaybedilen yoğun bakım hastaları vardı. Fakat önündeki yoğun bakım yatağına yaklaştığımda monitör ve ventilatöre bağlı kısmen halen bitmemiş tedavileri olan bir hastanın yatağında yattığını fark ettim. Birkaç adım atınca aynı kısımda 4 hastanın aynı şekilde bırakılmış olduklarını gördüm. Bu hastalar hastanenin tahliyesi sırasında olası yapılan triyaj sonrası “yaşama ihtimalleri en düşük” hastalar olarak sınıflanmış ve mevcut imkanları da göz önüne alınarak burada bırakılmıştı.
Biz 24 yıldır arkamızda kimseyi bırakmamak için çalışmış, ancak yaşama ihtimali düşük de olsa hala atan bu kalpleri sığdıracak bir yer bulamamıştık. Hayal kırıklığı, öfke, üzüntü ve tükenmişlik içerisinde hastaların mevcut dosyalarından tanıları, tedavileri ve son durumlarını anlamaya çalıştık. Dönüşümlü olarak bu hastalara bakım vermeye başladık. Acil servise döndüğümüzde il afet koordinasyona durumu ilettik. Bu hastaları günün sonunda il dışı yoğun bakımlara sevk edebildik.
Üzerinden tam bir yıl geçti o günlerin. Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat Depremleri meslek yaşamımızın travması olarak kaldı, kalacak. 28 yıllık meslek hayatımı ve afetlere hazırlık ile geçirdiğimiz 24 yılı boşa geçirdiğimiz hissi, yaşadığımız büyük hayal kırıklığı ile perçinlendi. Ülkede kurulamayan afetlere hazırlık ve müdahale sistemleri bizleri bütün hayatımız boyunca taşıyacağımız bir hayal kırıklığı ile baş başa bıraktı. Bir hekim olarak 6 Şubat Depremleri ve benzeri durumlarda bu acımasız kararların verileceğini biliyorum ve bu kararları verdim de ama bireysel olarak amacımız kimseyi arkamızda bırakmamaktı. Binlercesini geride, kurtardığımız bir avuç insanı kaderlerine bırakarak ve bir ömür taşınacak yükü yanımıza alarak Kahramanmaraş’tan ayrıldık. Bu yükü ömrüm boyunca taşıyacağım. Her şeyi Hatırlıyorum. Hatırlayacağım da…