Hep Orada ve Bir Arada
Klinik Psikolog Gülşah Sütlüoğlu
Zamanı neyle ölçeceğim şimdi? Uzakta denen bir mesafede tanık olmanın bile eksik kaldığı bir haberdarlıkta bana bu olanlar ne kadar zamanda oldu? Ne kadar zamandır ben bir başka benim? Ne kadar zaman aldı bu başka ben ile tanışık olabilmem? Aylarla, haftalarla, günlerle hatta saatlerle bazı rakamlara dönüştürsem geçen zamanı tam olarak ölçebilmek mümkün olur mu?
Bir “yer” yıkıldı. O yerin büyüklüğünü neyle ölçeceğim şimdi? Ölenlerin sayısı ile mi yoksa kalanların acısının ağırlığı ile mi? Yıkılan binaların geride bıraktığı boşluğun büyüklüğü ile mi yoksa bir çadırda yaşayan insanlara kişi başına kalan alanın küçüklüğü ile mi?
Bir sürü “ölüm” yaşandı. Ölüm yaşanır mı diye geçiyor içimden. Bir yanım en çok ölüm yaşanır diyor bir yanım yaşam öyle yoğun ve kapsayıcı ki ölüm bile onun içinde küçük bir hareketsizliktir yüksekten bakınca diyor. Ne kadar yüksekten bakabilirim peki ölümün yaşam içinde kaybolabilmesi için, ölüm kaybolsun mu istiyorum sahiden, hiç haberim yok ne zamandır ne istediğimden.
Zaman diyordum, neyle ölçeceğim ilk ölümden bu son büyük ölüme kadar geçen zamanı?
Yaşam diyordum, nasıl kapsayacağım ilk acıdan bu son büyük acıya kadar büyüyen bu yarayı?
Ölüm diyordum, kimle tutacağım o ilk yastan bu son büyük yasa kadar akamayan gözyaşlarını?
2023 yılının Şubat ayının 6. gününden beri ne kadar zaman geçti içimin takviminden bilmiyorum. O günden bugüne içimde yıkılanları ve yeniden kurulanları nasıl tarif ederim bilmiyorum. Tanıklığın sessiz çaresizliğinden aynı tanıklığın sağır eden iç gürültüsüne kaç vesait ile gidilir bilmiyorum.
Bilmediklerimi toplamam ne kadar sürer, bilmediklerimden bildiklerimi çıkartırsam elde kalan olur mu bilmiyorum.
Bildiklerim de var evet. Saysam bir elin parmağı eder mi bilmem ama var.
Azın çokluğunu biliyorum mesela. Bunca kötülük içinde yeşeren iyiliği biliyorum, onu kokladım. Zor Zamanlarda sayısında yazmıştım. “Kaldırım taşlarının altında kumsal var.” İyiliğin yukarıdan aşağıya bir uzanma hali olmadığını biliyorum. İyiliğin benden bir başkasına bile değil benden bana sürülüp ötekine de bulaşan bir merhem olduğunu biliyorum.
Tanık olunan onca adaletsizlik onca saygısızlık onca hiç ve yok sayma içinde nerede olursam olayım orayı görebilmenin, oradaki için “hep orada” olabilmenin nasıl bir “bir arada”lık inşa edebildiğini biliyorum.
Ne işe yarar demeden, hal sormanın ve hatır bilmenin sıcak bir çay gibi içildiğini biliyorum. Başkasının acısına yer bulmak için göğsünü açıp “onun için bir yer” olmanın insana deniz kadar kaldırma kuvveti verdiğini ve insanın ruhunu genişlettiğini biliyorum.
Ağaçları biliyorum, her şeyden önce de olan ve her şeyden sonra da orada kalacak olan. Bana benimle başlamayanın benimle son bulamayacak kadar uçsuz bucaksız olduğunu hatırlatıp bir kuşun gökyüzündeki süzülüşünün hafifliğini tattıran ağaçlara şükran duyuyorum.
Anahtarları biliyorum. Sadece kapıları değil yaşamları da açıp kapatan, hatıra kutularına anıları saklayarak “yarın da var” diyen. Eskiyi tutarak hatıraları eskidikçe daha da kalıcı kılarak geleceğe saklayan saklanmış ve kayboldu sandığım geleceğin bugünde sıkışmış kuytularının kapılarını açan anahtarları biliyorum.
Yani biliyorum yaşamın benden büyük ve sonsuz olduğunu. Yaşamış olanın yaşamamış sayılamayacağını ve yaşananların unutulmayacağını değil, inatla hatırlanacağını biliyorum.
Peki ne yapacağım ben hatırladıklarımla, siz neleri hatırlıyor ve ne yapıyorsunuz hatırladıklarınızla?
Ne kadar zaman geçti sizin için?
Zaman sizden nasıl geçti?
Siz zamanla nasıl geçindiniz?
Geçinmek demişken ne oldu dün gibi hatırladığım kaygılarınız, korkularınız, öfkeleriniz, sızılarınız?
Nasıl geçirdiniz, neyle ovaladınız ağrıyan yerlerinizi?
Çaresizlik ağır basınca Kopuk Korungan yanlarınızla mı sarmaş dolaş oldunuz bir köşeye saklanıp yoksa Kopuk Avungan yanlarınızla koşuşturdunuz bir uçtan ötekine?
Öfkeniz kabına sığmayınca Duyguları Bastırma şemanıza mı kaçtınız yoksa Cezalandırıcılık şemanızla kendinizi mi hırpaladınız?
Kaygılarınız etrafı sarınca Haklılık şemalarınıza tutunup kendinizi ayırdınız mı ‘ötekiler’den yoksa Dayanıksızlık şemanızla köşe kapmacaya mı başladınız?
Hepsi acıdan biliyorum. Canınız yandı, en körünüzün bile gözü gördü, en vurdum duymazınız bile kaçıramadı gözünü acıdan.
Sahi acıya ne oldu, neye evirildi acınız? Onca acıyı hangi bedene ya da hangi toprağa sığdırdınız?
Evirilmedi biliyorum. Sığmadı biliyorum.
Her şeyi hatırlıyorum; senin gibi, hepimiz gibi.
Ve bize bir şiir bırakıyorum; çatışmalarımız içinde bir solukluk boşluk, acımıza bir parça merhem ve “bir arada”lığımıza bolca ilham olsun diye.
KARGO
Sana buraya bazı şeyler koyuyorum.
Yol boyunca aklında olsun.
Lazım olursa açar okursun.
Olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun.
Şuraya bir cümle koydum.
Bırak, acımızı birileri duysun.
Hem zaten şiir niye var?
Dünyanın acısını başkaları da duysun!
Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın.
Ortada dursun.
Olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun.
Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı.
Onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.
Buraya, küçük mutlu güneşler koydum.
Günlerimiz karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.
Buraya, bir inanç bir inat koydum.
Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse sen osun.
Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu.
Zorlanırsa nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak,
aklında bulunsun.
Buraya umutlu günler koydum.
Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kimbilir, birazdan uzanıp dokunursun.
Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir
okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun.
N’olcak ki, bırak patronlar seni kovsun!
Burada bir tutam sabır var.
Kendiminkinden kopardım bir parça, (bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.
Burada güzel çaylar var. Bu aralar senin için çok önemli.
Bitki çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. Demlersin, maksat
midene dostluk olsun.
Şuraya Youtube’dan müzikler, Bach dinle filan, koydum.
Ama müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun.
Buraya bir silkintiotu koydum.
Kırk dert bir arada canına yandığım, kırkına birden deva olsun.
-Birhan Keskin, Fakir Kene, 2016, Metis Yayıncılık