Skip to content Skip to footer

”Bir Sohbet Bir Sofra”-Özgür Demir & Gülşah Sütlüoğlu Röportajı

Özgür Demir & Gülşah Sütlüoğlu 

Özgür üniversite yıllarında fotoğrafçılık kulübünde en çok takıştığım arkadaşlarımdan biridir. Hala aynı fikirleri başka türlü savunduğumuza inanırım ve yıllar geçtikçe ne kadar yakın mahallelerin çocukları olduğumuzu anlıyorum. Bunu anlamak önemli, çünkü birbirimizin farklılıklarına duyduğumuz saygı kadar insan oluyoruz ve bir arada kalıyoruz. Bugünlerin en önemli çıkışı birliktelik ve dayanışma diye düşünüyorum. Özgür biyoloji okudu, sahaf oldu. Endüstriyel dağcılık eğitimleri aldı. Yıllardır biriktirmek dendi mi aklıma gelen biridir ve şimdi bir kez daha görüyorum ki sadece fotoğraf makinesi, kitap ya da hatırası olan giysiler eşyalar biriktirmiyor Özgür. Hepimiz kendi hikâyelerimizin kahramanıyız ve Özgür, insana dair çok şey biriktirmiş ve biriktirdiklerini kendine saklamamış biri olarak benim için de ortak çevremiz için de kıymetli biridir. Övgü sevmez biri olarak umarım bu kadarını yazmış olmama kızmaz ya da kızsa da bir taraftan onu böyle tanıtma ihtiyacımı anlar.

Bu yazıda depremin ilk anında birkaç arkadaşı ile deprem bölgesine gidişlerini olabildiğince onun anlatımıyla aktarmaya çalışacağım. Benim için bu yazı, destek vermenin sağlıklı yetişkin yanımızla yapılabileceğine dair bir örnek olduğu için önemli. Özgür ısrarla “sakın her şeyi doğru yaptık gibi anlaşılmasın” diye defalarca uyardı beni, tam da bu yüzden önemli bu destek hikayesi. Yetişkin yanımızla biliriz ki her şey tam olmayabilir, eksiklerimiz olabilir, hata yapmak da insan olmaktan gelir.

Gülşah:  Yola çıkma kararını nasıl aldınız?

Özgür: “Haberi aldığımızda olayın büyüklüğünü, boyutunu algılayamadık. Sonra arama kurtarma ekibinden gelen bilgilerle anladık ki her türlü iş gücüne ihtiyaç var. Daha önce Marmaris yangınlarında da Akut’a yardımcı olmuştuk. Deprem arama kurtarma deneyimimiz olmasa da ne yapabiliriz diye konuşmaya başladık. Depreme dair bilgimiz yok diye kararsız kaldık ama Akut’tan arkadaşlarımıza ulaştık ve ‘belirli donanımı olan herkese ihtiyaç var gelin’ cevabı aldık. Bu cevaptan sonra bireysel donanımlarımızla yola çıktık.”

Gülşah: Hazırlık yapıp yola çıkarken duygunuz neydi?

Özgür: “Karşında öyle bir olay olunca olduğun yerde bekleyemiyorsun, bende olan refleks oydu. Daha küçük günlük olaylarda da bende ilk uyanan düşünce ‘yardım etmek gerekiyor, peki ama bunu yapabilir miyim?’. Yangınlarda da aynı dinamik vardı, işe yarar mıyız diye düşünmüştük. Sonra kendi içinde birlikte çalışmaya alışık ve bunu becerebilen bir grup olduğumuz için kimseye iş çıkarmadan illa ki işe yararız diye düşündük. Antakya’da bir şeyler yapan arkadaşlarımızın olduğu haberini de alınca o bölgeye gidip oradaki dayanışmaya destek vermeye karar verdik. Hepimizin ortak düşüncesi ‘orada az da olsa işe yarama ihtimalimiz varken biz burada seyirci kalamayız’ oldu. Daha önce çeşitli rafinerilerde, rüzgâr tribünlerinde ve fabrikalarda bazen arama kurtarma personeli bazen erişimci olarak çalışmıştık. İşe yarayacağımızdan ve sorun yaratmayacağımızdan emin olunca gitmemek bir seçenek olmaktan çıktı.”

Özgür ile sohbetimiz boyunca ben duygularını sorsam da o hep konuyu eyleme, yetebilirliliğe, işe yaramaya bağlıyor. Onu önceden tanıdığım için ve sonrasında konuştuklarımızdan biliyorum ki bazen aşırı mantıksallık onun eyleme geçişini kolaylaştırır. Böyle zamanlarda özellikle işe yarayan bu mekanizma, dayanışmaya destek veren başka insanların da süreçte kalabilmesini ve çalışabilmesini sağlamış olabilir. 

Anlatmaya devam ediyor Özgür;

“Giderken ne kadar kalırız bilmiyorduk, nereye gidiyoruz, neyin içine gidiyoruz bilmiyorduk. Dönünce insanlar ‘nasıldı?’ diye sorduğunda ne anlatacağımı bilemedim çünkü “yok” ve yok’u anlatabilmek çok zor. Bizim buradan görebildiklerimiz ne kadar orayı anlamaya yetmiyorsa, benim birilerine anlattıklarım da yetmeyecekti, eksik kalacaktı. Fiziksel yıkımın yanında duygusal yıkım var. Mekânın kayması, çökmesi ve yer değiştirmesi, bunları aktarmak zor.”

Bu röportajın amacı bir yanımızın anlatma, duyulma, duyurma ve anlamlandırma ihtiyacı ile çok ilişkili. Deprem deneyimi olan insanlara destek verirken de aklımızda olması gerekenlerin başında bu var bana kalırsa, onlara anlatabilecekleri bir alan yaratmak ve duyulmalarını sağlayabilmek. Yaşadıklarını anlamlandırabilmek için anlatmaya ve olanları kendi seslerinden duymaya ihtiyaçları var.’’

Gülşah: Antakya’ya girince insanlarla ilk temasınız nasıldı?

Özgür: “Hatay’a yaklaştıkça depremin etkilerini görmeye başladık. Belen’de yıkıntıları, İskenderun Limanı’ndaki yangını gördük ve 18 saat süren bir kara yolculuğu sonrası Antakya’ya vardık. İnsanlar dışarıdan gelen yabancı bir araba görünce, “yardıma geldiler” diye bakıyorlardı. Pazar yerindeki koordinasyon yerini arıyorduk, iletişim ağları çöktüğü için internet bağlantısı olmadan konum bulduran uygulamalarla ulaşmaya çalıştık, insanlar bize biz de koordinasyon merkezine ulaşmaya çalıştık. Bölgeyi görünce ilk duygum şaşkınlıktı. Yaralıları taşıyan insanlara destek vermeye başladık, insanlar yakınlarına ulaşmaya çalışıyordu. Koordinasyon merkezinde nasıl ilerleyeceğimize karar vermeye çalıştık. Depremler devam ettiği için tamamen yıkılmamış binalar hala riskliydi ve oralarda kurtarma yaparken kurtarılacak duruma düşmek de söz konusuydu. Koordinasyon daha çok bölge halkının bizi yönlendirmesi ile sürdü aslında. Yani ilk temas oraya varır varmaz halkın bizi sarması ile başladı.”

Çaresizlik, korku, acı ve daha pek çok duygu ile bize yaklaşan insanlar karşısında onların beklentisi altında kalmamakla kendi gücümüzün sınırlarını bilebilmek arasında denge kurmak için sağlıklı yetişkin yanımızı kullanabilmek çok önemli diye düşünüyorum. Bunca duyguya maruz kalırken kendi duygularımızı düzenleyebilmek de hiç kolay görünmüyor. Böyle zamanlarda kendimizden beklentimizi abartan Talepkâr Ebeveyn Modumuza teslim olmamak, yetemeyeceğimiz durumlar karşısında Cezalandırıcılık Şemasının baskısından sıyrılmak hem zor hem de gerekli oluyor. Böyle durumlarda dayanışmanın sağlıklı ilerleyebilmesi için kendimizi olduğumuzdan az ya da çok algılamamak ve neye ne kadar yetebileceğimizi aklımızda tutmak hem tükenmeyi engelliyor hem de varolan donanımımızı kullanılabilir kılıyor.

Gülşah: Herkesin desteğe ihtiyacı varken kime ve nereye destek olacağınıza nasıl karar verdiniz?

Özgür: “Kendi içimizde ne kadar risk alacağımızı konuştuk, oturmuş, çok hareket etme riski olmayan ve ses gelen binalara girme kararı aldık ve verilen adreslere yöneldik. Ancak depremler devam ettiği için tamamen yıkılmamış binalar kurtarma yapmak için ciddi risk barındırıyordu. Adresleri bulmak da pek mümkün değildi ve o sırada bitmek üzere olan bir kurtarmaya yardım ettik. Halk sürekli ‘ses geliyor’ diyerek yönlendiriyordu. Bu sesler bazen gerçekti, bazen de insanların temennisiydi. Büyük bir çaresizlik ve telaş vardı herkeste. O an orada karar alabilmek için duygudan çok kendi adıma sorumluluk ve görev bilinci öne çıktı sanki ve mekanikleştim biraz da. Çalışabilmek için böyle yapmak lazımdı sanki. Plan görece az riskli yerlere girip canlı olan insanları çıkarmaya çalışmak, bu arada fiziksel yorgunluğumuzu takip edip devam edebilmek için yorulunca dinlenmek ve tekrar devam etmekti. Bir anne ile çocuğu çıkarmaya çalıştık. Önce bir kirişe denk geldik sonra başka bir noktadan iki katı kırarak ulaşmaya çalıştık ve yine olmadı. Orada aslında hepimiz motivasyonumuzun düştüğünü daha sonra konuştuk ama o an orada birbirimize bu duyguyu bulaştırmadık. Kimse birbirine umutsuzluk ifade etmedi ve birimiz diğerini çalışırken görünce tekrar toparlandık. O anneyi ve çocuğunu canlı çıkarabilmiş olmak bizim için ciddi bir motivasyon oldu.”

Ekibin birbiri ile olan ilişkisinin destek olan için destek oluşuna vurgu yapıyorum ve Özgür ekliyor;

“Birbirini bilen ve birbirini düşürmeyen insanlar olarak çalışıyor olmak ayrıca önemliydi. Öfkenin, acının ve kaygının bu kadar yoğun olduğu bir yerde çalışırken birbirimizle ve çevredeki gergin insanlarla olan ilişkileri yönetmek zordu. Başka arama kurtarma gönüllüleri ile amacımız ortak da olsa çıkabilecek ve çıkan tartışmaları da yönettik. Herkesin niyeti ortak ve iyiydi elbette, belki başka bir bağlamda asla bir ortaklık kuramayacak insanlar olarak orada birlikte çalışabildik. İnsan rahat zamanlarda yakınlaşmak için daha fazla ortaklık arar; oysa bölgede tek bir amaç için birleşilebildi özellikle ilk günlerde. Tabii ki insan orda da insandı ve bazıları öne çıkmak, bazıları kahraman olmak, bazıları bildiğini göstermek, bazıları yönetmek istedi. Orada da kendimize burada olma amacımızı hatırlatıp çalışmaya devam ettik. Hepimiz için her türlü duyguyu yönetmek gerekiyordu, bazen çok zor olsa da becerebildik sanırım.” 

Gülşah: Bir arada olmanın, bir amaç için çabalarken dayanışmanın önemi oradayken daha da artıyor sanırım, sence bunu kolaylaştıran ve zorlaştıran şeyler neydi?

Özgür: “Ekibi tanımak, tanımadığın ekiplerle asgari müşterekte buluşabilmek, birbirimizle rekabet etmek yerine birbirimizi destekleyen bir tutum içinde olmak, sınırlı kaynakları verimli kullanmaya önem vermek. Zaten hepimiz yaşamın bize verdikleri ve bizden aldıklarıyla orada olma kararı almış insanlarız. Bunu hatırlamak ve fiziksel, duygusal, zihinsel tüm kaynakları verimli kullanabilmek önemliydi. Biz de sanırım eksiklerimiz olsa bile bunu becerebildik. Tartışmalar, gerginlikler yaşandı ama amacı hatırlamak hep toparlayıcı oldu.

Dönüş kararı da organizasyonun ekipler çoğaldıkça bozulmasıyla ve kurtarma planının temeli olan kurtarma ekiplerinin ve çevrenin güvenliğinin sağlanamaması gibi sorunlarla alındı. Depremin ikinci, üçüncü ve dördüncü günü oradaydık ve gün geçtikçe ekipler çoğaldı. Ancak ekipleri organize edecek yetkinlikte birileri yoktu. Biz de ‘biz iyiyiz’ demedik elbette, ama kötünün iyisiydik ve kurtarma yaparken kurtarılacak duruma düşmemek ilk kuralımızdı. Çünkü bölgenin sınırlı kaynaklarını bize aktarması uygun olmazdı. Bir süre sonra herkes gergindi ve ortamdaki agresyonu da yönetmek zorunda kaldık. Canlı insanları kurtarma ihtimali azaldıkça da gerginlik artmaya başladı. Canlı olan enkazlara gelen kurtarma ekipleri arttıkça kalabalığı yönetmek de güçleşti.”

Gülşah: Canlı birilerini kurtarmak süreci devam ettirmek için güç veriyor değil mi?

Özgür: ‘’İlk gün bir anne ve çocuğu canlı kurtarmak devam edebilme motivasyonumuzu çok arttırdı. Kurtarma kısmında kayıplar yaşayabilirdik ve bu olmadı, bence bu da bizi devam etme gücü verdi. Ses aldığımız ve başladığımız hiçbir enkazı terk etmedik ve işimizi tamamlamak önemliydi. Bizim için zor olan koşullarda da başka yollar denedik, yapamıyoruz deyip devredebileceğimiz daha donanımlı birileri yoktu özellikle ilk gün.”

Özgür zorlandığını ifade ettiği ve benim de öyle hissettiğim bir anı anlatıyor.

“Bir enkazda çalışan başka bir ekip bizden destek istedi. Bina depremler devam ettiği için oldukça riskliydi, enkaz başında kardeşinin ve annesinin çıkarılmasını bekleyen bir kadın vardı. Enkazı birkaç yerden dolaştık, bizim ekipmanlarımızla kadının tarif ettiği yere girmek mümkün değildi ve ekip için riskliydi. Kadın ses geldiğini söylüyordu, ama ses yoktu. Bir seçenek iş makinası ile binaya müdahale etmekti ve bunun kararını biz veremezdik, çünkü bu da binadaki insanlara zarar verici olabilirdi. Ekip kadınla benim konuşmamı ve kısa bir şekilde durumu anlatmamı istedi. O durumdaki birine bunları anlatmak, karar vermesini istemek, kadının bunu yapabilmesi, hepsi çok zordu. Yapılacak bir şeyin olmadığı belli olunca başka nerede işe yararız diye bölgede yapabileceklerimizi araştırmaya devam ettik.”

Özgür, kadın ve ekipler arasında yaşanan bu anının bazı parçalarını buraya yazmak istemiyorum, ama şunu söyleyebilirim sanırım. Yaşamadığımız acılara temas ederken acıyı gözümüzden sakınarak oraya bakmalıyız. Özgür ve arkadaşlarının hikâyesini dinlerken benim için en kıymetli olan enkaz altında, enkaz başında ya da gönüllü olarak orada olan herkese ellerinden gelen özeni ve saygıyı göstermiş olmalarıdır. Belki de yapabileceğimiz en anlamlı şey saygıyı korumaktır.

Gülşah: Yapabileceklerinizin bittiğini ve dönme vaktinizin geldiğini anladıktan sonra dönüş yolu sizin için nasıl geçti, biraz dönüşü ve döndükten sonrasını anlatır mısın?

Özgür: “Dönüş yolunda hepimiz çok yorgunduk ve galiba konuşmak için de erkendi. Dönüşümlü olarak araç kullandık ve uyuduk sadece. Bir an önce İzmir’e gelmek istedik. Döndükten kısa bir süre sonra ekip olarak toplanıp neler yaptık, neler işe yaradı, başka ne yapabilirdik, gidiş ve dönüş zamanlamamız doğru muydu, süreci nasıl yönettik, birbirimizle nasıl çalıştık bir durum değerlendirmesi yaptık. Öyle bir durum için yapabileceğimizi yaptığımıza karar verdik, tabii ki benim de ekip arkadaşlarımın da daha fazlasını da yapabilirdik diyen iç sesleri de oldu, ama bu bende hep olur zaten. Böylesi durumlar için daha iyi müdahale edebilme adına neler yapabileceğimizi belirlemek de bugün için yapabileceklerimizi tamamladı. Süreç çok uzun tabii şimdilik sadece kurtarma aşaması bitti. İleride yapabileceklerimiz olursa tekrar organize olacağız.”

Gülşah: Yaptığınız toplantı ve senin gözlemlerini düşününce neler söylemek istersin?

Özgür: “Oraya gittiğimiz andan itibaren biliyorduk ki böyle bir yıkım sonrası toparlanmak, yeniden şehri ve yaşamı inşa etmek çok uzun sürecek. Depremde enkazdan insan çıkarmaya çalışanlar olarak deprem bölgesine gelen yardımları organize edenlerden daha fazla bir şey yaptığımızı düşünmüyorum. Biz bunu yapabileceğimizi düşündüğümüz için gittik. İleride umarım bizim gibi amatör gruplara ihtiyaç olmaz ve bu işte uzmanlaşmış insanlar yardıma gider. Ben dükkânımı kapatıp oraya gittiğimde orada anlamlı bir işe yaramayacaksam bunun bir anlamı yok. Olduğumuz yerlerde ve kendi becerilerimizle neye destek verebileceğimizi düşünmeliyiz hepimiz. Mesela sadece oraya gidip gitmemek değil yani. Mesela şimdi sizler hem bölgede yaşayanlar hem de başka şehirlere gelen insanlar için ihtiyaç duyulan meslek grubusunuz.”

Gülşah: Döndükten sonra sen kendinle kaldığında nasıldın peki?

Özgür: “Eve gelince bir duş alıp pijamalarımı giydim. Kendimi yorgun hissediyordum. Hiçbir şey yapmak gelmiyordu içimden. İki gün pijamalarla gezindim. Sanırım o dinlenme ihtiyacını üzerimden çıkarmıyordum. İki gün dükkânı açmadım. Hava güzeldi İzmir’de ama üstüme bir ağırlık çökmüştü ve içimden çalışmak ya da bir şey yapmak gelmiyordu.”

Özgür’ü tanıyanlar bilir ki bu anlattığı hal onun için alışıldık bir hal değildir ve yine biliriz ki kendini iyi etmeyi becerebilenlerdendir. 

Duygusunu yok saymadan ama yaşamına geri dönmeyi de becerebilen biri olarak iki gün sonra çıktı geldi yanımıza ve şöyle bir sofrayla ve notla dükkânı açtı;

“Hafta sonundan beri İzmir’deyim, pazartesiden itibaren yarım yamalak da olsa dükkânı açıyorum. Ama birçoğunuz gibi hiçbir şey yapmak içimden gelmiyor. 

Esnaflığa başladığımdan bu yana yağmur çamur olmadıkça günün başlangıç rutini belirli.

Dükkân önünde güzel bir kahvaltı.

Malum ülke can pazarına döndüğünden, hepimiz bir yerlere savrulup elimizden ne geliyorsa yapmanın telaşına düştük, ne rutin kaldı ne de kendimizi düşündüğümüz bir an. 

Bir an kendimize dönsek az ya da çok bir suçluluk duygusu sızıyor içimize inceden.

Ben soframı tekrar kurmaya başladım, artık yapacak daha çok iş var.

Hepimizin birlikte olduğu, birlikte ağlayıp birlikte güldüğümüz, hep beraber eğlendiğimiz sofraları tekrar kuracağız.”

Bu sohbetten bir iki gün önce ve bu fotoğraftan bir iki gün sonra oturduk o sofrada, Özgür kahvaltı hazırladı. Sohbet de ettik, ben ağlarken sustuk da, öfkelendik de, bir ara güldük de hatta. Sofralar iyileştiricidir. Birbirimizi beslemeye ve birbirimize eşlik etmeye hazır yetişkin yanımız da bundan beslenebilen bununla neşesine kavuşan mutlu çocuk yanımızda dayanışmayla mümkün olsun yeniden.