“Şubat’ın altısı… Sabahın daha ilk saatlerinde dördüncü seviye denilince televizyonda depremin etkisine, az çok afet çalışan herhangi birimizin yaşayacağı şey oldu; içimde kocaman bir ‘eyvah’la, usulca bıraktım elimdeki kumandayı.”
Biliyordum ki önümüzdeki günler beter, çok beter günlerdi. Bir yandan sevdiğim, tanıdığım insanlara ulaşayım derken bir yandan hangi birine yetişeceğimizi şaştığımız günler. Telefonun ucunda, sahaya giden onlarca UMKE’ci, arama kurtarmacı, psikososyal uzman arkadaşımız, insani yardım dernekleri derken ve biz arkadan yetiştirmeye çalışırken bir sürü ihtiyacı, tam da altıncı gündü… Öyle iyi hatırlıyorum ki… Günlerdir uyumayıp hiçbir şey yapamadığımızı hissettiğimiz altıncı gün, başım iki elimin arasında, Tülay’ı arayıp “yok olmayacak, hepsine birden yetişmemiz çok zor, ya bir il seçelim, ya bir konu” diyebildim cılız, nereden geldiğini ve bana ait olup olmadığını anlamadığım bir sesle… Ve o gün yeni bir defter açıp o notu yazdım kendime “burada yazılanları sakın unutma Yeşim”… Hayatımda böylesi bir çaresizlik, yokluk hissi yaşadığımı hatırlamıyorum. Zihnimi sağlam tutabilmek, devam edebilmek, odaklanabilmek için günlerce televizyon izleyemedim, sosyal medyaya ne zaman girsem duramadım, onlarca arkadaşımın ailesini, bazılarının kendisini, evini, barkını çoluğunu çocuğunu kaybedişini dinledim günlerce. Her an her dakika telefon, bilgisayar başında bir şeylerin ucunda… Her günüm olanı biteni birebir yaşayan, tanık olan çalışan arkadaşlarla ve onlara destek olmaya çalışmakla geçerken, tüm arkadaşlarımız tek tek bir köşede ağlarken, bazısı ağlaya ağlaya işine devam etmeye çalışırken, ve ben, yıllardır afet psikolojisi çalışan ben, hiçbir şey yapamıyor gibi hissimin içinde debelenirken… Tam da bir kurtarmacı arkadaşımızın şöylesi bir cümle çarptı yüzüme: “Hocam, bu görevden sonra artık hiçbirimiz eski biz değiliz…”. Ne görev birkaç günde bitecek gibiydi ne de yıkımın etkileri… Muhtemelen yapılabilecek en doğru şeylerden biri zaten bölgede kendisi de afeti yaşamış, birçok yakınını evini yurdunu kaybetmiş, yıllardır afet alanında çalışan sahadaki arkadaşlarımızla bir araya gelip sizin haliniz nasıl diye sormaktı, çalışana destek olmaktı… Öyle ki bu yol daha önce hiçbirimizin karşılaşmadığı kadar uzun bir yol, ancak bir arada gidilebilecek bir yoldu. Hatay’dan Melis, Adıyaman’dan Servet ve Rojda, Malatya’dan Elif, UMKE’den Tülay ve Seyfullah ile Serkan Hoca da katılıverdi… Hiç tanımadığım başka çalışanlarla bir araya gelip birbirimize destek olduğumuz, eğitimler düzenlediğimiz, ama ne olursa olsun, her hafta bir kişi bile gelse aynı gün aynı saatte buluşup birbirimizi duyduğumuz bir alanımız, Afet Psikolojisi Platformumuz oluverdi artık. Öğrencilerim de mutfakta destek olmak için kolları sıvayınca, sahadaki çalışan arkadaşlar da katılınca, böylesi çetrefilli, böylesi acı bir yol, biraz daha yürünebilir bir hale geldi hepimiz için. Hala her hafta online da olsa birbirimizin gözünün içine baka baka yalnız değilim dediğimiz bir yol… Öfkelensek de dağılsak da, birbirimizi topladığımız, omuz verdiğimiz o yol… Yıllar sonra şimdi anlıyorum ki o tozun, yıkımın, onca travmanın içinde ben de, hiçbirimiz de, mesleğimiz ne olursa olsun, hiçbir çalışan arkadaşımız da o yolu yalnız yürümesin, yorulmanın da, tükenmenin de, bazen umutsuzluğun ama bazen umudun da o yolun bir parçası olduğunu bilsin, hissetsin… Şimdi üzerinden aylar geçen 6 Şubat Depremleri’nde biz hala, yolumuzun uzun olduğunu bildiğimiz onlarca insani yardım çalışanıyla birlikte, bu çalışana destek platformunda bir arada ve hep orada kalmaya devam edeceğiz… Tek bir kişi kalana kadar.
Yeşim Ünal, Afet Psikoloğu