Skip to content Skip to footer

Anonim

“Ben geceleri televizyonum açık uyuyorum. Sabah gözümü açtığımda haberleri gördüm. Durumun ne kadar kötü olduğunu göremesem de sahaya gitmemiz gerektiğini anlayarak saniyeler içerisinde yatağımdan kalktım. Afet alanına her zaman birlikte gittiğim babama “Baba hazırlan gidiyoruz” dedim ve hızlıca çalıştığım vakfa geçtim. Ofise gittiğimde arkadaşımızın biri kardeşinin enkazdan çıktığını söyledi. Hataylı bir arkadaşımız ise çok kötü durumdaydı. Onları gördüğümde üzülsem de hiçbir duygu belirtisi gösteremeden saha hazırlıklarına odaklandım. Tüm gün hazırlıklara devam ettik. Eve geldiğimde sabah erkenden yola çıkacağımız için kişisel malzemelerimi hazırlayıp çok fazla detay haber izleyemeden uyudum.

Bölgeye; vakfımızın eski bir çalışanı, programlar koordinatörü ve iki yönetim kurulu üyesi ile birlikte gittim. İlk gün İskenderun’a geçtik. Yolda “Şehre girişler yasaklandı” haberi çıkınca gerilmeye başladığımı hissettim. Hızlıca İstanbul ofisten görevlendirme yazısı talep ettik.

Akşama doğru sorunsuz bir şekilde İskenderun’a vardık. İlçeye girdiğimizde liman alev alev yanıyordu. Akşam hava kararmış olsa da alevler ve duman çok belirgindi. Etrafta enkazlar vardı. Su baskını sebebiyle birikmiş derin suların olduğu bir tünelden geçtik.  İlk kez o anlarda “vardığımızı” anladım. Zor durumda olduğunu bildiğimiz bir grubun yanına ulaşmaya çalışıyorduk. Onlara powerbank, battaniye, ışıldak ve erzak gibi malzemeler ulaştıracaktık. Yıkımlar ve çekmeyen telefonlar sebebiyle yolu bulmakta zorlanıyorduk. Yolda yağmalama sebebiyle bir kavgaya denk geldik. Askerler silahlarıyla koşturuyorlardı. Çok yakınımızdaydılar. Araba çok dolu olduğu için babam arkasını göremedi ve arabayı çarptık. Hem bölgedeki kaos ortamı hem de arabanın durumu sebebiyle çok gerildiğimi hatırlıyorum. Sonra bir şekilde gideceğimiz yeri bulduk ve malzemeleri ulaştırdık. O gece orada arabada uyuduk.

Ertesi gün Antakya’ya doğru yola çıktık. Sanırım en zor ifade edeceğim cümleler buraya dair benim için. Ben Hataylı değilim ama geçtiğimiz yıl bu zamanlarda ilk kez gitmiştim. Tanıdığım birçok Hataylı var. Her gün ofiste yüzünü gördüğüm insanlar, uzaktan akrabalar, arkadaşlar…  O kadar çok dinledim ki Hatay’ı, Antakya’yı. Çok kısa bir süre de olsa kendim de deneyimledim. Bu yazıyı kimler okuyacak  bilmiyorum ama bir azınlık olarak benim kalbime ayrıca dokunmuştu. Antakya’yı gördüğümde bir şehrin, bir kültürün yok oluşuna şahit oldum. Ruhumda, kalbimde bir yeri çizdi sanki gördüklerim, canım çok yandı. Her yer yıkılmıştı. Önceden görev aldığım Elazığ ve İzmir depremlerinde insanlar aynı yerde ya da yakın bir ilçede, şehirde bir ev bulup, taşınıp bir şekilde hayatlarına devam edebiliyordu. “Bu insanlar ne yapacak?” diye düşünüp durdum, hala düşünüyorum… Çok, çok enkaz, çok karmaşa vardı. Düşünün sokaklar boylu boyunca enkaz. Ağırlıklı olarak Kırıkhan’da olduğumuz için Antakya’yı sadece iki kez gördüm. Ancak ben tüm şehirle birlikte, en derinde Antakya’nın yasını ayrıca tutuyorum sanırım. Diğer şehirlere hiç odaklanamıyorum, bir şekilde bilgi geliyor ancak henüz o gücü kendimde bulamıyorum. 

Yazacak, anlatacak çok şey var aslında ama her şey parça parça hafızamda. Sadece dönüşle ilgili bir şey eklemek isterim. Orada sadece bir kez ağladım, o da bir enkaz haberiyle ilgiliydi. Onun dışında üzülsem de o anlarda sadece çalıştım. Ancak, dönüşte internete ve televizyona erişimim oldukça maruz kaldığım her haber beni ağlattı. Dönüşte ilk üç gün ağlama krizleri eşlik etti. Çok çok kötüydüm. Dudaklarım egzama ile kaplandı. Özellikle ilk hafta uykusuzluk ve iştahsızlık problemi yaşadım. Çok fazla kabus gördüm. Bağırsaklarım hala sıkıntılı… Bir şekilde burada kendi kaynaklarıma, destek mekanizmalarıma tutunmaya çalışıyorum. Ancak aklımın bir köşesinde hala çadır, su, erzak bekleyen insanlar… Aynı ülkede olduğumuza inanamıyorum. Burada hayat hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor. Kendime soruyorum bu bana ne hissettiriyor, ne düşündürüyor diye; hayal kırıklığı, güvensizlik, suçluluk vs. Ama en temelinde hayatla ilgili bir şeyleri sorgulatıyor bana. İfade edemiyorum ama çok derinden bir yerde bir şeyler değişti içimde. 

Unutamadığım birkaç şey var:

#Temel ihtiyaçlara erişim: Bulunduğumuz bölgede su, elektrik, erzak, çadır, ilaç, mama ve bunun gibi onlarca ihtiyaç vardı. Regl olan, ped ve temiz iç çamaşırına, temiz kıyafete erişemeyen kadınlar vardı. Bazen dağıtıma çıkaracak yardım malzemesi bulmakta zorlandık. Bu sebeple orada kendimi çok üzgün, hayal kırıklığına uğramış, öfkeli hissediyordum. Ancak en en fazla hayal kırıklığı sanırım.  Benim için bir kırılma noktası da şu olmuştu: Döndüğüm gün markette erzak kolileri gördüm. “Ülkenin diğer ucu yıkılmışken, bu kolilerin burada ne işi var?” diye düşündüm, içimden haykırdım. Çok ağladım. Acil bir durum olmadıkça ofisimizin altında olduğu halde o marketin içine giremiyorum. 

#Suriyeli mülteciler ile temasım: Birçok sebeple göç etmek durumunda kalan yüzlerce kişiyle temas ettim bugüne kadar. Yardım malzemeleri ulaştırırken, mültecilerin çekinerek yaklaşması ve yardıma erişimde yaşadıkları zorluklar, sosyal medyada başlatılan linç kampanyaları beni gerçekten çok üzdü. Bildiğim Arapça kelimeleri kullanarak “temas” etmeye çalıştım. En temel ihtiyaçların bulunamadığı bir durumda, böyle bir felaketten sonra insan ve hatta canlıları ayırabilmek, insanlığa dair hayal kırıklığı hissettiriyor. 

#Mahallelere ihtiyaç tespiti için çıktığımız ilk anlarda bana sarılıp “Biz ne yapacağız?” diye ağlayan bir depremzede kadın vardı. Gözyaşlarını görünce dondum kaldım. Sonrasında kendisine sarılarak eşlik ettim. O an tek ihtiyacı aslında buydu gibi hissettim. Eşyalarını toplamış evini bırakıp gidiyordu. Sonrasında çok düşündüm, acaba nasıl şimdi diye…

#Mutlu hissettiğim an: Arama-kurtarma ekipleri ile kaldığımız tabura yüz küsürüncü saatte enkazdan birkaç kişinin sağ çıkma ihtimali haberi geldi.  Bizim ekibin, arama kurtarmacıları arabayla sahaya götürdükleri an sanırım. Biraz heyecan ve mutluluktan ilk kez ağlamıştım. 

Diğer “mutlu” hissettiğim anlar ise (bunu bu şekilde ifade etmek doğru mu tam olarak bilmiyorum ama) spesifik ihtiyaçları ulaştırabildiklerimizdi. Kör olma ihtimali olan bir yaşlıya ilacını, alerjik bir bebeğe mamasını ulaştırabilmek gibi…’’

Yazan: Anonim