Skip to content Skip to footer

“Hatırımda Kalanlar”-Pelin Karataş

Hatırımda Kalanlar

Kendimi nasıl tanıtacağımı bilemediğim günlerden geçiyorum. Kelimeler zihnimde uçuşuyor gibi.. “Ben kimim aslında?”, “Ben şu anda kimim?”…

Önceden, bu yaşanılanlardan önce kimliğim daha somut bir haliyle zihnimde oluşabiliyordu. Ama şu anda kim olduğumu kendime daha sık sorar hale geldim. Şöyle başlayabilirim galiba, Haziran ayında Ankara’ya taşındık ve bir buçuk haftadır yeni bir düzen kurmak için çabalıyorum. Depremin üzerinden yaklaşık 6 ay geçmişken henüz kuramadığım bir düzen mevcut. Çoğu insan belki de düzenini kurmuş belki de halen kurmak için çabalıyor veya halen bir düzeni olmayan insanlarda var aslında. Karşılaştırma yapmak çok doğru gelmiyor bu süreçte, yaşadığımız zorluklar o kadar biricik ve o kadar yoğun ki herkes kıyısından köşesinden haklı gibi… Fakat ben halen kimim ben, nerdeyim, ne oldu diye düşünmeye devam ediyorum. Özellikle Ankara’ya yerleştiğimiz bu bir buçuk hafta bana çok zor geldi açıkçası. Çünkü depremden kurtarabildiğim eşyaları buraya getirdim. Antakya’da kullandığım her bir parçasında anım olan eşyaları buraya getirdim. Mutfak masası mesela, ben o köşe takımını çok severdim… Orada oturup kahve içerek evimden dışarı izlemek en büyük zevklerimden biriydi. Dağlar, bulutlar, yollar, insanlar.. İzler dururdum. Şimdi ise o koltuğa oturup dışarı baktığım zaman çok daha başka şeyler görüyorum. Evimden izlerken zevk aldığım şeylerden bir parça yakalamaya çalışıyorum. Ama eskisi gibi bir sıcaklık yok, bu sıcaklık geri gelir mi acaba? Hamileliğimde sancılarımı o koltukta yaşadım, misafirlerimi o koltukta ağırladım. Peki ya şimdi yeni anılar biriktirebilir miyim? İşte burada kendime soruyorum ben kimim ve zihnimde koca bir boşluk, cevabını veremiyorum. Halen yaşadıklarım bir rüya gibi geliyor ve bir gün uyanıp o koltuğu eski yerinde görmek istiyorum. Bu mümkün mü?  Her gözümü kapattığımda evimde gibiyim, evimin kapısını açıyorum, evimde gülüyorum, evimden dışarıyı izliyorum… İnsan evine sarılmak ister mi? Ben istiyorum. 

Depremi Defne’de yaşadım. Saat 04:17 diyorlar ama bizim için saat kavramının olmadığı bir zaman dilimiydi. O zamanlar 55 günlük bir bebeğim vardı. Adı Masal… Masal geceleri saat 3 ile 5 arasında uyanırdı. O sebeple ben deprem saatinde hafif bir uyku halindeydim. Uyku uyanıklık arası gibi… Masal’ın beni uyandırmasını bekliyordum. Uyanır, altını değiştiririm, emziririm, ilgilenirim diye düşünüyordum. Sonra bu sırada bir titreme fark ettim. Eşimle birden ayağa fırladık. Birbirimize baktık ve o an geçecek diye düşündüm. Çünkü son bir aydır böyle sallantılar hissediyorduk. Geçmeyeceğini fark ettiğimiz o an eşim “Masal’ı al ve konuştuğumuz gibi” dedi. Dediğim gibi sürekli sallandığımız için daha büyük bir şey olursa ne yapacağımızı önceden konuşmuştuk. Konuştuğumuz gibi cenin pozisyonunu aldım ve bebeğimi korumaya çalıştım. Öyle sesler ve gürültüler geliyordu ki.. Duvarlardan mı, eşyalardan mı, yerden mi geliyordu bu sesler gerçekten nereden geliyordu? Masal ile durmak o kadar zorlaşmıştı ki aşağıya doğru kaymaya başladık. Yatağa tutundum sıkıca yatağa tutundum. Bir yandan ‘’Lütfen, lütfen dursun’’ dediğimi hatırlıyorum ve o sırada dolap üstüme düştü. Ardından bir çığlık ve bir haykırış yükseldi benden. Eşim tek kolu ile o koca dolabı itti. O an yavaşladığını hissettik depremin. Eşime Masal’ı verdim. ‘’Lütfen götür kızımı buradan, lütfen gidin’’ dedim halen Masal’dan ses çıkmıyordu. Ben ayağa kalkacak durumda değildim. Hareket edince canım çok yanıyordu. “Ya sen?” dedi eşim ve beni de kaldırmaya çalıştı. ‘’Siz gidin lütfen ben bir şekilde gelirim’’ dedim ve eşim kızımı alıp gitti. Orada yalnız ve sallantılar hafif hafif devam ederken beklemeye başladım. Kabullenmiştim. Fakat bir an hayatta kalma isteğiyle bir yerlere tutunarak ayağa kalktım. Çığlık atıyordum, çektiğim acı dayanılmazdı.. Bir yandan eşim halen çıkmamıştır umudu ile adını sayıklıyordum ama hiç ses yoktu… Havanın uğultu sesinden ve yerin titreşimlerinden başka… Kapıya vardım ve kapıyı açtığım o an karşı komşumla denk geldik. Ve ona çok minnettarım beni taşıyarak aşağıya kadar indirdi. İnerken eşim ile karşılaştık o da beni almaya geliyordu. Dışarı adım attık ve ben yerle temas ettim yeniden. Eşim beni taşımaya çalışıyordu ve ben acıdan izin vermiyor çığlık atmaya devam ediyordum. O sırada eşimin babası beni kucaklayıp arabaya doğru koştu. Eşimin kız kardeşi, arabayı evin önüne getirmişti ve arabaya bindik. Hastaneye gitmek geçti aklımızdan ama hastanenin sağlam olup olmadığına emin olamadık ve güvenli bir yere arabayı alıp beklemeye başladık. Ve sonraki üç gün, üç yıl gibiydi. Soğuk, bebeğimin kıyafetleri ince, beze ihtiyacımız var, yemeğe suya ihtiyacımız var… Üç gün boyunca hiç kıpırdamadan etrafta dolaşan insanları izledim. Çaresiz, yardım bekleyen, oradan oraya amaçsızca yürüyen, bir şeyler için çabalayan insanları izledim. İhtiyaçlarım noktasında ailem kardeşlerim koşturdular ve bir yerlerden bulup buluşturdukları, yiyecek, içecek ve bebek kıyafetlerini getirdiler. O an onlara o kadar çok ihtiyacım vardı ki..

Üç gün boyunca en çok kızıma sarıldım. Bana güç veren oydu. Güvende olma duygusunun sarsılmasını istemediğim için bu süreçte hep kucağıma aldım hep sardım onu. Çok soğuktu, onu ısıtmaya da çalışıyordum bir yandan, arabada mazot kısıtlıydı ve mazotta bulamıyorduk. Çaresizce üç gün o şekilde bekledik. En büyük kaynağım, yaşama tutunmamı sağlayan kızımdı. Sonra sosyal destek, etrafımdan bulunan insanlardan, ailemden destek almak beni güçlendirdi. Bununla birlikte Rize’de doktor olarak görev yapan kuzenim. Beni aradı, neye ihtiyacım olduğunu sordu. Bende durumumu anlattım, yürüyemediğimi ifade ettim. Kendi ve eşi arabasını ilaçlarla doldurup yanımıza geldiler. Bebeğime kıyafet, bana da ilaç getirmişlerdi. O kadar iyi oldu ki bizim için… En önemli kaynağım belki de umuttu. Yardım geleceğine dair çok büyük umut içerisindeydim. Gecenin o soğuğunda kamyonlar geçiyordu bazen, işte diyordum yardım geldi galiba ve sonra büyük bir sessizlik.. Geceleri koca bir sessizlik hakim oluyordu, koca bir sessizlik..

Bizim hep bir geri dönme hayalimiz ve umudumuz var. Ne zaman Masal için orada yaşanılacak bir ortam yapabiliriz onu bilmiyorum. Ait hissettiğim yere gidememek, dönememek beni korkutan bir durum. Her yerin bir hikayesi var ve benim hikayem Antakya’da başladı. Gittiğim her yerde bu hikayenin devamını arıyorum galiba. Antakya’da ki insanlarla dayanışma umudum var mesela… En çok istediğim şey batıdan doğuya, güneyden kuzeye ülke olarak depremin farkında olalım, önlemler alalım, bilinçlenelim. Çünkü bir şeyler yaşandıktan sonra geri dönüşü olmuyor… Ve işte o yaşanılanlar kalbimizi en çok yaralayanlar oluyor. Hatrımda kalanların hatırda kalması umudu ile…

Yazan: Pelin Karataş