Skip to content Skip to footer

“Yalınayak Kendimizi Soğuk ve Karanlık Geceye Attık”-İpek Yeşilkaya

“Yalınayak Kendimizi Soğuk ve Karanlık Geceye Attık” 

Nasıl başlasam nereden girsem konuya bilemiyorum. Çok defa yazıp sildim… O an gördüklerim, duyduklarım, hissettiklerim ağır geldi sayfalara sanırım. Ama unutmamak hatırlatmak için son defa yazıyorum…

Ben İpek Yeşilkaya Ersöz.  Deprem olduğunda henüz 5 aylık anneydim. Antakya Güçlendirilmiş Göçmen Sağlığı Merkezi’nde psikolog olarak çalışıyordum. Deprem sabahı son kez heyet raporu alacaktım. İzinli olduğum son 20 gün olduğu için kızımın uyku düzenini, emme saatini, ek gıda geçişini mesai saatlerine göre düzenlemeye çalışıyordum o sıralar. Bu da haliyle beni yoruyordu. O gece de hem yorgun hem de sıkkındım. Bu zorlu alışma süreci nedeniyle içimin sıkıldığı düşünüyordum. Eşim salonda uyuyakalmıştı, ben de yatak odasına yatmaya geçtim. Kızım anne yanı yatağında yanımda uyuyordu. Telefonumda video düzenliyordum ve 03.33’te son video kayıt olmuş telefonuma. Tahminen 10 dakika kadar daha oyalanıp uykuya daldım. 

Ufak bir sallantı ile kalktım, kızıma baktım. 18 Aralık 2022 günü Hatay’da bir deprem daha olmuştu. Şiddetli, uzun ama sessizdi. Ben gene öyle bir deprem sandım. Kızımın kolunu tuttuğum gibi salona doğru koştum. Eşim de o sırada bize doğru geliyordu ortada buluştuk. Bitti bitecek derken sarsıntı şiddetini de sesini de arttırdı. Televizyon ünitesinin önünden geçerken hatırladığım tek şey şamdanların yere düşmesi idi. Kızımın kafasını göğsüme bastırdım ve terasa yöneldik. 

Evim giriş katta, terasımızın bir tarafı bahçe, bir tarafı boş araziydi. Biz bahçe tarafından atlarız ve kaçarız diye düşündük. Terasa adım atar atmaz bileklerime kadar suya battım. O kadar şiddetli yağmur yağıyordu ki, tahliye boruları suyu tahliye edememişti. Ayaklarımız yalın, üzerimizde ince pijamalar kendimizi soğuk ve karanlık geceye attık. Eşim atlayacak kızımı alacak sonra ben atlayacaktım ki dikey deprem başladı. Arazi tarafındaki yaslandığım duvar yıkıldı. Kucağımda kızım ile sırt üstü düştüm. Eşim bizi tutmak için hamle yapmış olacak ki o da üzerimize düştü. O esnada apartmanın üzerime gelip geri gidişini, sağ taraftaki apartmanın yanışını, gökyüzünün mavi ve mor renk oluşunu gördüm. Düşündüğüm tek şey ‘Enkazda kalırsak bizi asla bulamazlar’ oldu. Yapmak istediğim tek şey ise kızımı olabildiğince uzağa atmak ya da nefes alabileceği bir alan yaratmaktı. Bunların hepsi sadece iki saniyede yaşandı. Eşim ayağa kalkıp bizi de kaldırdı ve bizi arazide koşmamız için itti. Ne olduğunu anlamadan kızımı sweatshirtümün içine sokup koşmaya başladım.

Benimle aynı apartmanda kayın annem ve görümcem de oturuyordu ve eşim onlara yardım etme umuduyla apartmana doğru koştu. Arazinin sonunda müstakil evler vardı. Bu evlerden birinde yaşayan belediye otobüsü şoförü otobüsün kapılarını açmış kaçanları içeriye alıyordu. Yalınayak oraya doğru koştum, kızım için bir battaniye  istedim. Oradakilerden biri montunu verdi. Kızımı hemen monta sardım ve o anda evimin duvarlarının yıkıldığını, apartmanın sıvalarının dökülmeye başladığını gördüm. Perdelerim karanlık gecede  uçuşuyordu ve ben kızımı oradakilerden birinin kucağına verip apartmana doğru eşimi bulmak için koşmaya başladım. Sanırım 5-6 adım atmıştım ki bana montunu veren çocuk saçımdan yakaladığı gibi geriye çekti beni. O anda yere düşüp sürüklendim. Kendisi gidip eşimi bulacağını söyledi. Yer adeta dans ediyordu, çok gürültülü bir dans…

Kızımın yanına geçtim, ayaklarım kanıyordu ama hiçbir şey hissetmiyordum. Tek yaptığım şarkılar, ninniler söylemekti. Yaklaşık 45-50 dakika sonra eşim araba ile gelip beni aldı. O anda biraz rahatladım. Eve girmiş telefonları, cüzdanları, arabanın anahtarını alıp çıkmış. Sabah olmuyordu gün aymıyordu. Anneme ulaşmak için sürekli arıyordum ama çekmesi gereken tek günde telefonlarımız asla çekmiyordu. Annemi bulmak için annemin evine doğru yola çıktık. Bağırmalar, yardım çığlıkları, korna sesleri… 

O sıra da boğazımın düğümlendiği bir konuşma yaptım…

Benim evim ile annemin evinin arası araba ile 6-7 dakika olmasına rağmen o gün yarım saati aşkın bir sürede  annemin apartmanının önüne gelebildik ama  apartmanda kimse yoktu. Eşim önce apartmanın içine doğru bağırdı. Ses yoktu. Etraf karanlık, hava yağmurluydu ve bağırış çağırış sesleri birbirine karışıyordu. Evin biraz ilerisinde pazar alanı vardı, oraya bakmak için tekrar yola çıktık ama yine 20 dakikayı buldu. Kaçan çoğu kişi ateş yakmış orada bekliyordu. Eşim oraya da baktı ama annem orada da yoktu. Ben sürekli annemi arayıp mesaj atmaya çalışıyordum ama telefon çekmiyordu. Komşulardan birisi arabasına almıştır diye düşünerek kendi apartmanımızın önüne gidecektik ki annem, tanımadığım bir telefon numarasından apartmanının önündeki parkta olduğunu yazdı. Hemen dönüp annemi aldık ve kendi apartmanımızın önüne gittik. Ancak ortalama saatte bir kez il içi iletişim sağlayabiliyorduk. Neyse ki iş arkadaşlarımın çoğuna ulaşmıştım. 

Nihayet gün aydınlandı ve o sahne asla aklımdan gitmeyecek bir tabloya dönüştü. 

Özenerek aldığım koltuklarım, tek tek seçtiğim perdelerim, henüz kullanmadığım yemek masam, okumaya başlamadığım kitaplarım, tavan boyunda duvar genişliğinde televizyon ünitem, özenle tasarladığım çocuk odası… Hepsi yıkılan duvarın altındaydı. Etrafta koşturan komşular, ağlayan bebekler, şaşkın çocuklar. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. 

Hızlıca eve girip battaniye, çorap, ayakkabı ve bebek eşyalarını almamız gerekiyordu, eşim ve eniştem girip aldılar. Ama kızımın eşyalarını benim almam gerekiyordu. Getirdikleri botu giyidim ve bir cesaret eve yöneldim, eşim de geldi benimle. Ancak bu kez her zaman girdiğimiz giriş kapısından değil, apartmanın dış duvarından girdik evimize. Boğazım kurudu, gözlerim  doldu. Banyom yerle bir olmuş, çocuk odamın duvarları yıkılmış, yatak odamın kapısı ve  mutfak kapısı sıkışmış… 

Giyinme odasına gittim. Diğer odalara nazaran biraz daha iyi görünüyordu.  Kapısı kırılmış ama açıktı. Kızımın patikleri yerlere dökülmüştü. Ben duvarın altından çıkartıyordum, eşim poşete koyuyordu kızımın kıyafetlerini, bezlerini, ilaçlarını. Tam o sırada artçı bir deprem oldu. Evden nasıl kaçtığımızı bilmiyorum.  

Eniştemin ve birkaç komşunun arabası otoparkta idi ve otopark kapısının önüne çatı düşmüştü. Kaldırmak için mahalleli yardım etti, sonunda tesadüfen oradan geçen bir kepçe yardımı ile kaldırdılar. Eşimin ailesi, annem ve biz eşimin başka bir ilçedeki akrabalarının evine gitmek üzere yola çıktık. Korku filmi sahnelerini aratmayacak bir Antakya vardı o gün. Yaralılar, cesetler, yıkılmış evler, enkaz altında kalmış arabalar, ambulans sesleri, korna sesleri, polis sirenleri, yardım bekleyenler. Ama yardım YOKTU!

Yol çökmüş, içine araba düşmüş, yol yarılmış, taşlarla desteklemişler, trafik sıkışmış. 1 saatlik yolu 4 saate yakın bir zamanda geldik. Artçılar durmuyordu, sürekli sallanıyorduk. Sallanmadığımız zaman bile sallanıyor gibi hissediyorduk… Telefonum ara ara çekiyordu. Arkadaşlarımdan haber aldıkça depremin sadece Hatay’da değil başka illerde de olduğunu öğrendim. O gün geçmek bilmedi sallantılar, konuşmalar, haber almaya çalışmalar. Gece 14 kişi bir odada uyumaya çalıştık, çok yorgundum ama uyuyamıyordum. Bir yandan kızım rahat etsin istiyordum bir yandan korku içinde tekrar deprem olursa nasıl kaçarım diye düşünüyordum.

Küçük kaynım o hafta sonu iş için Diyarbakır’da idi. Apartmanı saniyesinde çökmüş. 5 kişi dışında kimse çıkmamış. Kaynımın evi birinci kattaydı ve tüm bina yatak odasına çökmüştü. Ertesi gün eşim, abileri ve kuzenleri enkaz altında kalan akrabalarını çıkartmak için merkeze gittiler. Merkezde kaynımın apartmanına da bakmaya gitmiş eşim.

Bir iş arkadaşımdan başka bir iş arkadaşımın ölüm haberini aldım. O an dünya durdu. İçim paramparça oldu. Artık ciddiyet kazanmaya başlamıştı yaşadığımız felaket. İnanmak istemiyordum ama gerçekti. Ofis arkadaşlarımın biri hariç hepsine ulaştım. Meryem’in eşi o sırada Almanya’da idi. Almanya’daki eşine ulaşmaya çalıştım önce ama internet çekmediği için mesajlarım gitmiyordu. Meryem, kaynımın evine çok yakın bir yerde  oturuyordu. Eşime söyledim ve eşim yürüyerek Meryem’in oturduğu apartmana doğru yola çıktı.. Köşe başında yıkılan koca bir binanın önünde eşimi durdurup ‘Sen İpek’in eşi misin? İpek nasıl?’ diye sormuş bir başka psikolog arkadaşım. Eşimin anlattığına göre arkadaşım bitmiş bir durumda anne ve babasının cenazelerini bekliyormuş. Eşim bunu anlattığında boğazım bir kere daha düğümlendi.

Oradan ayrılıp Meryem’in apartmanının önüne gelmiş, komşuları Meryem ve kız kardeşini alanların olduğunu söylemişler. O kadar karmaşık duygular yaşıyordum ki. Bir dakika önce içim paramparça olmuşken bir dakika sonra derin bir oh çektim. 7 Şubat günü ulaşamadıklarımıza ulaşmaya çalışmak, gelen her haberle bir duygudan başka bir duyguya savrulmak ile geçti. 

Her gün bir önceki günden daha gerçek, daha soğuktu. Üçüncü gün annemi Ankara’ya yolladım. Bir hafta sonra  da biz, kayınbabam ve kayın annemin Arsuz’daki yazlığına gittik.  Artçılar devam ediyordu, havalar gitgide soğuyordu. Alt katta soba kurduk, ben eşim ve bebeğimin yattığı üst kattaki odaya da elektrikli soba kurduk. 

6 Şubat’tan iki hafta sonra 20 Şubat’ta yaşanan depremde ise tüm ev halkı alt kattaydık. Saatler 20.04’ü gösterdiğinde merkez üssü Defne olan 6.3 ve 5.8 büyüklüğünde iki deprem oldu. Çok şiddetli ve gürültülüydü. Kızım üst katta tek başına uyuyordu. Elimdeki kapağı fırlatıp içeriye doğru koştum ama ev halkı da dışarıya çıkmaya çalışıyordu. Bir şekilde hepsini aşıp merdivenlere geldim ama sağa ve sola savruluyordum ki eşim ve kızımı merdivenden inerken gördüm. Meğerse kızımın yanında uzanıyormuş eşim. Hemen dışarıya koştuk. Dizlerimin bağı çözüldü ve yere oturdum. Sarsıntı durmuyordu, ağlamaya başladım. Uzun uzun kızıma sarılıp kokladım. O gece  ve o geceden sonraki bir buçuk ay boyunca deprem olursa kaçabilmek için alt katta yattık kızımla. 

Depremden sonra bir süre kendimi ifade etmekte zorlandım. İşe gitmek gözümde çok büyüdü. Ama bir yerden başlamam gerekiyordu. Ama nasıl başlayacaktım. Ama, ama, ama… 

Henüz kendi yas sürecimi tamamlayamadım. Henüz kabullenme aşamasına yeni geçiyorum. Daha yazacak çok şey anlatacak çok olay var ama yazdıkça tekrar yaşıyorum. Ben yaşatmak değil hatırlatmak istiyorum…

BEN İPEK YEŞİLKAYA ERSÖZ, HER ŞEYİ HATIRLIYORUM…