Şubat’ın 6’sında kar yağışının heyecanını yaşarken gece uyumadan önce yarının programını yapmıştık oysa ki… Deprem olduğu gece sabah saat 04.00 sularında odamda sallandığımı hissederek uyandım. Acı bir tat vardı odamda. Önceki gibi basit bir deprem olmadığını anlamıştım. Binadan gelen çatırtı sesleri, şiddetlenen depremde durumun iyice kötüye gittiğini gösteriyordu. Bizim daha önce yaşadığımız depremde soldan sağa sağdan sola giden bina, bu sefer aşağı yukarı inip kalkıyordu. Dışarda peş peşe gökyüzünden ortaya çıkan mavi ışıklar adeta şimşek gibi çakıyordu… Binanın birinci katında olmama rağmen çok şiddetli sallanıyordum. Bir basın mensubu olarak soğukkanlılığımı korumaya çalışıyordum.
65 saniye süren deprem bize o an 65 dakika gibi gelmişti. Basın gruplarını kontrol ettiğimde yeni gelen bilgilerde Diyarbakır’da yıkılan binaların olduğu yazıyordu. Daha sonra kıyamete dönen bu ortamda haber merkezine gidip ekipmanımı aldım. Dışarıda tam filmlerde izlediğimiz kaos, kargaşa ortamı vardı. İnsanlar bir şekilde bir yere gitmeye, kaçmaya çalışıyordu. Trafik tıkanmıştı, yıkılan binalarda can pazarı yaşanıyordu. Kendimi ofisimize atmaya yakın bir yerde insanların feryat sesleri kulaklarımı çınlattı, ta ki işyerimizin arkasındaki binanın yıkıldığını görene kadar… Dizlerimin bağı çözülmüştü, şoka girmiştim. Her gün balkonda karşılaştığımız komşularımız enkaz altındaydı… Bir şekilde ofisimize geçip diğer iş arkadaşlarımızla ekipmanlarımızı alıp işimizi yapmaya başladık. Çünkü bir şekilde canlı yayınları ve sıcak bilgileri derleyip merkeze aktarmamız gerekiyordu. Arkadaşlarımızla yaptığımız kısa değerlendirmeden sonra durumun sandığımızdan çok daha büyük olduğuna ve Kahramanmaraş merkezli bu depremde, depremin merkezine gitmemizin gerekli olduğuna karar verdik. Ben ve bir muhabir arkadaşım Kahramanmaraş’a doğru yola çıktık.
Depremin şokuyla çıktığımız yolda ikinci bir şok daha yaşadık. 7.6’lık yeni bir deprem daha meydana gelmişti, Kahramanmaraş, Hatay ve Adıyaman’da bilanço daha da ağırlaşmıştı. Geride kalan ailelerimizde aklımız kalsa da gazeteciliğin doğası gereği çıktığımız yola ulaşmamız gerekiyordu, daha zor durumdaki insanların sesi olmak zorundaydık. Kahramanmaraş’a yaklaştıkça bilançonun ağırlaştığını, yolların yer yer çöktüğünü gördük. Bazı noktalarda ise otobanda ters istikamette ilerleyerek kendimizi Kahramanmaraş’a attık. Yağmur yağıyordu…
Kader beni 12 yıllık meslek hayatımın en büyük dramına şahit olarak atamıştı. Hava kararmıştı; göz gözü görmeyen bir ortamda, yıkılan binalar arasında meğerse Kahramanmaraş merkeze doğru ilerliyormuşuz. Araç ışığının değdiği her yer yıkılmıştı; aracımızın ışığını görüp ağlayarak önümüze koşan, enkaz altında kalan aile fertlerinin kurtarılması için feryat eden birçok kişi gördük…
Yüzlerin gözlerin görülmediği karanlıkta, sadece ağlama ve feryat seslerinin geldiği bir noktadaydık. Şehirde attığımız bir turda gördük ki Kahramanmaraş adeta boydan boya yıkılmıştı, geriye hiçbir şey kalmamıştı… İnternet ve telefon çekmiyordu. İlk müsait yerde aracımızı kenara çekerek muhabir arkadaşımla birlikte kameramızı, mikrofonumuzu alıp buradaki durumu kamuoyuna duyurma başladık. Enkazların altında çıkan veya depremde bir şekilde kendini dışarı atmış insanlar etrafımızı çevreleyip çoluk çocuklarının, eşlerinin, annelerinin, babalarının enkaz altında olduğunu söylüyordu. Herkes ciddi bir travma yaşarken içimden kendime ‘’Enes psikolojini sağlam tut. En güçlü olman gereken zamandasın; en iyi katkını ve etkini ancak bu şekilde sağlayabilirsin.’’ diyordum.
Halk büyük şok içindeydi, herkes toz içinde ve yaralı bir şekilde çırpınıyordu. Yıkılan binanın üzerine arama kurtarma çalışması yapan vatandaşların yanında bant yayını çekmeye başladık ve ilk çıktığımız binada maalesef enkazın altındaki insanların feryatlarının sesleri geliyordu. Bazı durumlarda konsantre olamıyordum; defalarca kez kayda girip çıkıyordum, defalarca kez mikrofondan kulağıma gelen sesi idrak edemiyordum.
Bir şekilde bant yayınımızı çektik. 30 kilometre il dışına çıkıp internetin çektiği bir noktaya gidip görüntüyü merkeze servis etmemiz gerekiyordu. Yıkılan binaların arasında, acının kıyısında aracımıza giderken ağlamaktan kendimizi alıkoyamadık… O an anladım ki alınan eğitimler, tecrübeler hiçbir işe yaramıyorlarmış… Sadece saha içinde şahit olduklarımız varmış…30 kilometre çıktığımız Kahramanmaraş yolunda internetin çektiği bir noktada durduk ve görüntümüzü merkeze iletmeye başladık. Her geçtiğimiz görüntü ve bant yayınları merkezlerimizde şaşkınlıkla seyrediyordu… Gün aydınlana kadar hiç uyumadan sabaha kadar merkeze görüntü gönderdik. Sabaha kadar 30 kilometre şehirden uzak internet çeken bir yere gitmek ve yeniden şehir merkezine gelmekle geçti tüm gece. Güneş doğduğunda acı tabloyu gördük… Neredeyse Kahramanmaraş Merkez’de sağlam bina kalmamış, her yer yıkılmıştı. Gazeteci olarak sadece işimi yapmıyor bir yandan da gelmiş olduğum Diyarbakır’daki arkadaşlarımdan ve tanıdıklarımdan kimler varsa arayıp yardım istiyordum.
Yakınımızdaki bir enkazdan, yeni doğum yapmış bir anne ile baba ve iki evladının vücut ısıları alınmıştı, Yaşam belirtileri olduğu yönünde aldığımız bilgiyle enkazların içinden o binaya koştuk. Anne bebeğini emzirirken ekipler ulaşmışlar ve anne üç gün bebeğini emzirerek hayatta tuttu. Ekipler kurtarma çalışmasına başlamıştı, dışarda dede ve nine bekliyordu. Evladını, gelinini torununu bekliyorlardı… Önce iki çocuk çıktı; alkışlar, sevinç ve hüzün eşliğinde… Sonra anne çıktı. Tabii bizde sevinçten çok mutlu olduk, bir yandan da işimizi yapıyorduk. Sonra dede ve nine oğullarını bekliyorlarken maalesef ekipler babanın hayatını yitirdiğini söyledi. Mutluluk yeri olan o yer adeta bir anda taziye evine dönmüştü.
13 gün boyunca araçta uyuduk. Mental ve fiziksel olarak bitik bir haldeydik. Dünyanın dört yanından gelen ekiplerde yer alan arama kurtarma gönüllerinde herkes bir şekilde bir canı kurtarmanın derdindeydi. Dikkatimi en çok çeken şey ise özellikle Batılı ülkelerden gelen ekiplerin günler geçmesine rağmen çok dinamik, psikolojik ve mental olarak da çok daha iyi durumda olmalarıydı. Bunun sebebini bilmiyorum ama bu onların çok daha verimli ve etkili çalışmasını sağlıyordu. Bizim arama kurtarma ekiplerinin arasında bazı görevliler psikolojik olarak da yıprandığı için ekipmanlarını kullanmakta zorlanıyorlardı. Haliyle bu durum arama kurtarma çalışmasını da etkiliyordu.
Ambulans sirenlerinin ve cenaze araçlarının yeşil çakarlarının eksik olmadığı Kahramanmaraş’ta, her dokunduğumuz insanın yüreği acılıydı. Birçok insan eşini, çocuğunu, torununu, yakınını kaybetmişti. Koskoca bir taziye evine dönmüştü Kahramanmaraş… Dört bir tarafından gelen herkes o yasa ortak olmuştu. Aylar geçti afetin üzerinden… Kimileri normal hayatına döndü veya dönmeye çalışıyor. Kuşkusuz birçok meslektaşımda travma kaldı; en ufak bir seste veya sallantıda bilinçaltındaki deprem endişesi halen beliriyor gözlerinde ya da gittiğimiz bir yerdeki yapıda ilk önce çatlak var mı diye gözleri etrafı keşfediyor… Umarım hepimiz tüm bu yaşananlardan dersimizi almışızdır ve daha bilinçli bir şekilde yarınlara ulaşabiliriz…
Yazan: Enes Özgültekin