Skip to content Skip to footer

“O Gece ve Sonrası”-Saadet Ünlü

Bizim için her zamanki gibi sıradan bir pazar günüydü. Bütün aile bir aradaydı, sohbet edip vakit geçirmiştik. Sonra herkes dağıldı, biz de geç bir vakitte uyuduk. O gece hiçbirimiz, uykumuzun bir felaketin içine uyanacağını bilmiyorduk.

Deprem, bizi sıcak yatağımızda yakaladı. Sarsıntıyla gözlerimi açtığımda ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Karanlıkta annemle babamın seslerini duydum. Onlara seslendim, ama aslında kim kimi sakinleştirmeye çalışıyordu bilmiyorum. Sarsıntı devam ederken beklemekten başka çarem yoktu ama içimde tarif edemediğim bir korku vardı. Sadece birkaç saniye süren ama bana bir ömür gibi gelen o anlarda, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını hissettim.

Deprem durduğunda, odamdan çıkmadan hemen bazamın altındaki UMKE kıyafetlerimi giyinmeye başladım. Sarsıntılar hâlâ devam ediyordu. Annemle babamı arabaya bıraktım ama ben duramazdım. Kendimi toplanma alanına doğru giderken buldum. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Hatta nereye gitmem gerektiğini de… Depremin nerede olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu, hiçbir yerden haber alamıyordum. İlk refleksim, belki bir şey duymuşlardır diye farklı şehirlerdeki UMKE’ci arkadaşlarıma ulaşmaya çalışmak oldu. “Burada çok şiddetli bir deprem oldu, size bir bilgi geldi mi? Deprem nerede oldu?” diye sordum.

Kısa bir süre sonra, merkez üssünün Pazarcık olduğu söylendi. Biz çoktan toplanma alanına varmıştık bile. O an aklımdan geçen tek şey, muhtemelen başka bir şehre gideceğimizdi. Fakat hastane gruplarına, WhatsApp’taki diğer ekiplerimize gelen ilk bilgiler bambaşka bir gerçeği gösterdi: Adana’da çok sayıda bina yıkılmıştı. Bir an donup kaldım. Adana’da mı? Bu kadar yakınımız, evimiz, sokaklarımız…

Hemen harekete geçtik ama yollar kapalıydı, ulaşım zordu. İçinde bulunduğum ekip, ilk olarak bir binaya ulaştı. Binanın kime ait olduğunu öğrenince içim titredi. Çok yakın arkadaşımın ailesinin eviydi… Annesi, kardeşi ve oğlu enkaz altındaydı. O an kelimenin tam anlamıyla ne yapacağımı bilemez hâle geldim. Ama zaman düşünme zamanı değildi. Sonra başka adresler, başka tanıdıklar, başka acılar… Çünkü bu bölge bizim bölgemizdi.

Diğer şehirlerden gelen haberler aklıma dolmaya başladı. Adana bile böyleyse, diğer yerleri hayal bile edemiyordum… Ve maalesef, hayal bile edemediklerimiz gerçekti.

Uzun süren arama kurtarma ve yardım çalışmalarından sonra, yaşadıklarımın etkisini ancak fark edebildim. O anlarda insan düşünmeye fırsat bulamıyor. Ama zaman geçtikçe ne yaşadığını, neler atlattığını idrak ediyorsun. Bu yüzden de ben, deprem bölgesinden ayrıldıktan sonra da geri döndüm. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Tekrar tekrar gittim, bazen bireysel olarak, bazen dernekler ve kuruluşlarla birlikte. Ama nereye gidersem gideyim, içimde bir eksiklik, bir kırgınlık vardı.

Depremden beş ay sonra, önceden planladığım gibi Almanya’ya taşındım. Ben hep kendimi güçlü, dirayetli biri olarak görmüştüm. Oysa şimdi ne zaman o günleri düşünsem ne kadar çaresiz ve güçsüz olduğumu hissediyorum. Adıyaman’da birçok akrabamı ve arkadaşımı kaybettim. Çoğunun ölüm haberini çok sonra alabildim. İçimde hala anlamlandıramadığım bir hesaplaşma var. Kimi, neyi suçladığımı bilmiyorum ama sadece şunu biliyorum: Ne kadar zaman geçerse geçsin, o üşüme hissi hiç geçmeyecek.

Ne zaman Adana’daki evimizde yatağa uzansam, gözlerimi kapattığımda ilk sarsıntı anı gözümün önüne geliyor. Hayatımda o andan sonra farkına vardığım, daha önce hiç bu kadar belirgin hissetmediğim bir duygu var artık: Kaybetme korkusu. Bir anda her şeyin yok olup gidebileceği gerçeğiyle yaşamak… Ve o gerçeği hiçbir zaman değiştiremeyeceğini bilmek… Her şey bir enkazın içinde karşıma çıkan deprem çantası kadar faydasızdı.

Yazar: Saadet Ünlü